Açık bir şekilde doğruları söylemek, her zaman dünyanın en zor işi olmuştur.
Birkaç derviş, eski bir ahbaplarını yaşadığı yerde ziyaret ederler. Görürler ki herkes ile arası iyi.
Tüm tanıyanları kendisini seviyor, pek memnun. Bunu görünce ona derler ki, “Herkesin sevdiği kişi, iyi bir adam değildir. İnsanlara her zaman doğruyu söylemediğinin işaretidir. Eğer her zaman doğruyu söyleseydi onu sevmeyenlerde olurdu.” Bu söz üzerine ziyaret edilen kişi der ki: “Siz doğru söylediniz. Ben ise doğruları söyleyemedim.”
Doğru ile yanlışı birbirine ustalıkla karıştırabildikleri ve algıyı manipüle edebildikleri günümüzde gerçeği nasıl kavrayabiliriz?
Doğruyu söyleyenin elinde vaat ettiği para, şöhret, kariyer gibi bir menfaatı yoktur.
Söyledikleri kısa zamanda parlayıp, yayılmaz. Görmezden gelinir, küçümsenir; abartmakla, komploculukla suçlanırlar.
Alışıka gelmişse, reklamı yapılana, kolay kabul edilebilir olana aykırı şeyler iddia ederler.
Doğrular, vicdanı temiz kişilerce kabul görmeye ve yayılmaya başladığı zaman, şiddeti artan düzeyde engellenmeye başlanır. Sansür yer, tehditler başlar.
Söylenen doğrular çıkarcı azınlığı rahatsız edip, sessiz çoğunluğu savunsa da, bir mücadele gerekliliği taşır ve değişim için cesaret gerekir.
Takipçileri fazla olmaz. Ancak vicdan sahibi, samimi bir azınlıkla başlar her şey.
Ne olursa olsun, eninde sonunda hakikat ortaya çıkar.
Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdukları gibi:
“Öyle bir zaman gelecek ki, doğru söyleyenler yalanlanacak, yalancılar ise doğrulanacak. Güvenilir kimseler hain sayılacak, hainlere güvenilecek” (Taberâni, XXIII, 314)
"Öyle bir zamana da geldik diyebilirim.