Geçen gün, hayatımızı altüst eden 6 Şubat felaketinden önceki günlerden kalma bir anıyı hatırlatan bir ziyaret yaptım. Eski bir komşumuzun evine uğradım. Kapıyı açan teyze, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle, "Hoş geldin evladım" dedi. Daha oturmadan mutfağa gidip çay koydu. Sofraya oturduk, üç beş kelime ettik ama o kısa sohbet günümün en huzurlu anı oldu. Çünkü orada gördüğüm şey sadece ikram değildi; samimiyetti.
Bir evin duvarlarını tuğlalar örer, çatısını kiremitler kaplar. Ama o evi "yuva" yapan şey ne tuğlası ne de kiremitidir… Yuvayı yuva yapan; içinde paylaşılan sevgi, güven ve içtenliktir.
Aile, insanın en büyük sığınağıdır. Dışarıda hayatın fırtınası ne kadar sert eserse essin, eve adım attığında hissettiğin huzur, sarıldığın evlatların kokusu, hayat ortağının güven veren bakışı, içten bir gülüşü seni yeniden hayata bağlar. İşte bu bağın adı samimiyettir.
Samimiyet, aile içinde yapmacıklığa yer bırakmaz. Kırgınlıklar bile açıkça konuşulur, sevinçler gönülden paylaşılır. Menfaatin olmadığı, karşılıksız sevginin hüküm sürdüğü en özel yer çoğu zaman ailedir. Ancak ne yazık ki, günümüzün telaşı, ekranların soğuk ışığı ve beraber geçirilen vaktin azalması, aile içindeki samimiyeti de yavaş yavaş zedeliyor.
Oysa bir sofrada bir araya gelmek, çayın yanında edilen samimi bir sohbet, birlikte gülmek ya da dertleşmek aileyi güçlü kılar. Unutmayalım; aile sadece kan bağı değil, kalp bağıdır. Ve o bağı güçlü tutan tek şey samimiyettir.
Samimiyetin olmadığı ev, duvarları sağlam ama içi soğuk bir bina gibidir. Ama samimiyetle dolu bir yuva, en mütevazı hâliyle bile dünyadaki en güvenli limandır.
"Unutmayalım ki, samimiyetle örülen bağlar, en zor zamanlarda bile ailemizi ayakta tutar ve gerçek yuvayı yaratır."